Ne kulüpler ne milli takım ne de yerli teknik adamlar. Elle tutulacak yerleri kalmadı. Victor Hugo’nun Sefiller’ini oynuyorlar.
Tribünleri “Rüzgar söylüyor şarkımızı o yerde” fon müziği ile ıssız film platosuna çeviren sıkıcı futbolumuzun Avrupa’da neşe kazanması mümkün mü? Dışarıdaki maçları vazgeçtik, artık İstanbul’da bile tokadı yiyip oturuyoruz popomuzun üstüne.
Al Braga maçını.
Al Romanya maçını.
Onlar devamlı boşa kaçarak oynuyor, bizimkiler iç içe. Ne uzun, ne de kısa pas yapabilen var.
Devamlı yan pas, geri pas.
Böyle bir bozuk düzende nasıl 450 milyon dolarlık bir pasta olur? Biz bize çalıp söyleyebilen yerli antrenörler nasıl yılda 3-4-5 milyon lira alır?
Yağma Hasan’ın böreği.
İşçileri zengin, tribünleri ve futbolu fakir bu düzenin bir de başındakine bakın:
Yıldırım Demirören.
Beşiktaş’ı batırmış, futbolumuzu kurtaracak. Milli takım Romanya ile oynuyor o kalkmış Beşiktaş ve Fikret Orman ile uğraşıyor. Beşiktaş başkanını Quaresma üzerinden vuruyor.
Türk futbolunun en can alıcı gününde, paraya boğduğu Quaresma’yı kurtarmak derdinde.
TFF Başkanı değil, yabancı futbolcular sendikası başkanı sanki.
Türk futbolu, idari ve teknik kadrolar ne hale geldi.
Ortada.
“Quaresma, Alex, Melo” diye bağıra bağıra bir sayfa daha kapattık. Türk futbolunu da camii avlusuna bıraktık.
Bu hale düşürenlere yazıklar olsun.